Taş Bahçe
Ben her sabah 06:05 de kalkıp 21 yıldır yaşadığım sokağın sonundan servise binip 3,5 yıldır çalıştığım Maslak’taki iş yerime doğru toplam 1,5 saatlik bir yolculuk yapıyorum. 3,5 yıldır cumartesi pazarlar hariç (bazı cumartesiler mecburen dahil) her sabah aynı servisle, bu 1,5 saatlik yolculuğu yapıyorum. Artık kanıksadığımız trafik, son 4 aydır her sabah ve her akşam horlayan Rıfat bey, selamlaşmaktan aciz Melek, çoğu sabah servise son anda koşa koşa yetişen Hülya … her şeyiyle öyle olağan ki.
Ta ki o sabaha kadar. Her şey aynıymışcasına devam edip giderken kalabalık trafiğin ortasında eski model bir arabanın arka camında (bir kenarı hafifçe kalkmış) yapıştırma bir yazıyı görünceye kadar 3,5 yıldır her sabah olduğu gibi dalgın, umutsuz, uykulu ve sıkılmış yolcuğumuza devam ediyorduk. Nedir ki beklediğimiz? İşe ulaşmak, sorunsuz bir iş günü olması, öğlen yemeklerin güzel olması, mesaiye kalmak zorunda olmamak, servise yetişebilmek, trafiğin az olması, eve ulaşmak, yemek yemek ve günün yorgunluğu atabileceğimiz bir kanepe ve televizyon kumandası. Sıcak yatağımız ve uyku. Bütün servistekiler zaten uyuyorlar. Herkes alıştıkları üzere neredeyse sabitlendikleri koltuklarında horultuları duymamak için dinledikleri mp3 çalarları kulaklarında sadece işlerine varmayı bekliyorlar. Daha fazlası için bir şey yapmalarına gerek yok. Zaten akıntı onları istedikleri yere bırakacaktır. Oysa ben uyumamış inatla üniversite günlerindeki ütopik hayallerimi kovalıyorum. Nedir ki beklediğim? Kendimi bende akıntıya bırakmadım mı? Çalıştığım iş, yaşadığım ev, günlük alışkanlıklarım, zevklerim, heveslerim, beklentilerim, vb. her şey kızdığımız karşı çıktığımız sistemin bir parçası değil mi? Neden o zaman hala direnmek? İşte o arabanın arkasında gördüğüm bu yazı her şeyi anlamamı sağlamıştı.
HUZUR İSLAMDA
Aylardır, yıllardır beklediğimiz, ulaşmaya, sahip olmaya çalıştığımız, kurtuluşumuz ve refahımız olacağını düşündüğümüz, yeni bir ev, yeni bir araba, terfi etmek, yeni iş, daha iyi bir servis, dışarıda yediğimiz akşam yemekleri, kahveler, sinema filmleri, tiyatrolar, okunan şiirler, yazılar, kitaplar, müzik, şehirdışı gezileri vs. vs. hepsi tekbir şey içindi. HUZUR.
Ve huzur İslam’daydı. Bir zamanlar bunu anlamak için köyleri gezer karşılaştığım köylülerle konuşurdum. Onları dinler, izler, anlamaya çalışırdım. Neydi inandıkları, bağlandıkları ve teslim ettikleri şey? Bir rüya mı? Bir serap ya da hayal mi? Yalan mı?
Su götürmez, vazgeçilmez ve sorgulanmaz.
Oysa çoğu sabah sığındığım uykudan kalkıp, elimdeki kitabı bırakıp sorguladığım yaşam döngüm. Temelden yanlış yapılmış inşası, hatalı tercihler ve sonuçsuz çabasıyla uzayıp giden hayat fazlasıyla sorgulanmayı hak ediyordu. Teslim olmuş insanlar, kabullenmiş insanlar, inanmış iman etmiş insanlar çoktan bulmuşlardı huzuru. Huzur teslimiyetteydi. Yaptığımız işe, döndüğümüz evimize, eşimize, toplum ve ahlak kurallarına, çalışma saatlerine, dinlenme saatlerine, uyuma ve yürüme saatlerine, hava ve yol durumuna, tatil ve nöbetlere, hedeflere, sonuçlara, doğaya, insanlara, peygamberlere, Allah’a vs. vs. teslimiyette.
07:32
Sonunda servis iş yerine yanaşıyor, kapısını açıyor ve ben bırakıyorum bedenimi taş bahçeye.
26.10.2007
İstanbul
Son yorumlar