?>

Yalın Kılıç

Share

“Ateşle buzun aynı tetiği çektiğini bilirsin.”

Sezginin üçüncü adımı atıldı, şair iş başında. Yıllar geçiyor ancak gözü üstünde dünyanın. İlk adımda Körün Parmak Uçları’yla (1998) körelmiş gözlerin yerine sinir uçları körelmeden, hislerini kaybetmeden duyularla bakabilmeyi işaret etti şair. Ancak aradan geçen sekiz yılda tehlike şekil değiştirmişti. Sorun sadece körelme, hissedememe değildi. Zaman değişiyor her şey “hızla” etkileniyordu. Daha küçük dünyalara, daha küçük evlere, daha küçük hayatlara sığmaya çalışıyordu insan. Sorunları da şekil değiştirmişti elbette. Artık bireyin algılamasından çok tehlikenin şekil değiştirmesiydi sorun. Küçülmüş, bir virüs gibi gözden kaçar hale gelmişti. Kuduz Aşısı (2006) modern dünyada insanı saran korkularına, yalnızlaşmasına karşı tutunacak dalı hatırlatması için karşımıza çıktı. Bu küçük virüs toplumu sarmaya başlamış kana karışmış durumdaydı. Kuduz Aşısı’ndan yedi yıl sonra yine tehlike kılık ve vasıf değiştirmiş halde karşımızdadır. Gizli Buzlanma (2013) genelin uyuştuğunu, değerlerin yitirildiğini, kavramların anlamlarından uğradığını, tehlikenin daha da fark edilmez olduğunu gözler önüne sermek için kaleme alındı.

Ali Ural üçüncü şiir kitabı Gizli Buzlanma ile taşları yerine oturtmaya çalışıyor. Artık kavramlar anlamlarından uğramış, yeni ve yanlış anlamlarıyla günlük hayatımıza dalmış, birçok şey unutulmuştur. Gelenek gericilikle eş kabul edilmekte, inanç bağnazlık sayılmaktadır. Bu anlayışı kıran üç şiirle açılıyor Gizli Buzlanma. Münacatın Kıyısında, Naatın Kıyısında ve Şiirin Kıyısında. Şair tevazu ile kıyısında olduğunu söylese de ustalığının doruğunda, meselenin tam ortasındadır aslında. Bir de bunlara ek geleneksel bir tür olan muamma şiirlerine yeni bir örnek sunuyor bu bölümde. Sırtını dayadığı divan şiirinin özelliği olan münacat ve naatla başlama geleneğini modern bir kalıpla yeniden yorumladığı ve yalın diliyle kaleme aldığı şiirleriyle bizlere sezdiriyor çevremizde olup biteni.

“Büyüyor çarşılar seni almayalım diye kalbimize”

                                                                         Münacatın Kıyısında

İnsanın yeni yüzü: Delinar

Tehlike şekil değiştirmiş, su buz olup, hızla giden modern insanın tuzağı haline gelmiştir. Yalnızca donan su mu tehlike, değişen şartlar mı? Kitaba adını veren Gizli Buzlanma şiiri dönüşümlerin habercisidir. Yıkılıp ikame olan mana, sahtesi ile yer değiştirmiş albenili nesneler, ekmekle gizlenmiş kancalar, bitkisel hayatta oluşunun hatta ölümünün farkına varamayan algı bozukluğu çepeçevre sarmıştır modern insanı. Delilikle aşılanmış nar elbet büyüyüp cinnet olacaktır. Cinnet artık her akşam haberlerde, her an gazetelerde, filmlerde ve bilgisayar oyunlarında, sokakta, evde kısacası her şekliyle karşımızda hatta kanımızdadır. Şiddet bulaşıcıdır! Çınardan bağışlanmıştı aşı ancak uyuşmuyor kanı. Çünkü anlamlarından uğramış kelimelerle neyi tarif edebilirsiniz? Kökümüzü, geleneği temsil eden çınar çürük yaprak yığını gibi görülmektedir. Zamanı geçmiş, yeşili solmuş, suyu kurumuş kabul edilmiştir. İşte şair bunu görüp bağışlayamamaktadır narı. Bunca uyarı, bunca destek, bunca denemenin ardına hala cinnettedir ve bunu değiştirmek istemez. Kurtlu yakutlarıyla oynayan bir kuyumcu gibidir delinar.

Ardından “Bahçe” ile kaçınılmaz olan yüzünü göstermektedir. Kaçınılmaz olana gidiyoruz omuzlarımızı çürüten yüklerle. Yüklerimizi kendimiz seçiyoruz, kendimiz arttırdık her an. Biliyoruz kaybolmuyor hiçbir ses evrende. Kayıtlı bir günceyi yaşıyor herkes, müstakil. Güneşe dönmelidir insan ancak kar tutuyor gökyüzü!

Kitaba ismini veren Gizli Buzlanma şiiri elbet kilit taşı. Ancak ben iki kalbi olduğuna inandığım için kitabın önce Delinar’la başladım söze. Oysa şiirler özenle yazıldığı gibi aynı özenle, sıra gözeterek girmişler kitaba. Her bölüm, her şiir ardılı için bir kapı aralamakta. Böyle bakıldığında Delinar’dan önce Gizli Buzlanma’nın kapısından geçmek gerek. Kış bütün haşmetiyle kapıdaysa hiçbir şey aynı kalmayacaktır. Su donacak, insan kapanacaktır. Oysa küçük adımlarla yürüyor su çünkü vakti var, insan içinse vakit kıymetli. Su donuyor ve değişiyor suretler, buzda aksimiz eriyor. Değişiyor her şey dondukça büyüdüğümüzü zannediyoruz. Ancak büyümek bir yanılgı hali olarak karşımızda çünkü aslında hareketsiz olunan donma halini biz hacim artması/büyüme olarak algılıyoruz. Basit fizik kuralı olan ısının azalmasıyla hacmin küçülmesi sıvılar için tersine işlemekte. Bu yüzden şair şiirinde “halden hale geçtikçe büyürüz büyümeyen kim” diyerek bu yanılgıyı göz önüne sermekte.

Kalbi olanın yüzü de olacaktır mutlaka. Gizli Buzlanma’nın yüzü Asansörde Bir Ayna şiirdir diye düşünüyorum çünkü kitabın bütününde ulaşacağımız imgenin en belirgin hali bu şiirdedir. Şiirin içinde bulunduğu bölüm “ölmeyi öğreniyor” başlığıyla açılıyor. İlk şiir Güneş Kavanozu ve ilk şiirde yüz imgesi “yüzle yüz arasında mesafe kedi sıçrayacak kadar” dizesiyle görülüyor. Ancak yüz imgesi en çok Asansörde Bir Ayna şiirinde karşımıza çıkıyor. Şiirin isminde dikkatimizi çeken iki sembol var; ayna ve asansör. Şair asansördedir. Yani teknolojinin elindedir ve teknoloji sahte İsa’ları taşımaktan yorulmuştur göğe. Modern dünyada teknoloji ile ilişkimizi sorgulamamız gerektiğini hatırlatmak için İsa figürü şiire dahil olmuştur. Edindikçe yükseldiğimizi düşündüren, bize tanrısallık/önem atfeden, yanılsamanın içine çeken teknoloji ise asansörle sembolize edilmiştir. Toplumda statü göstergesi kabul edilen teknolojik oyuncaklar, önlenemeyen sahip olma arzusu modern insanı teknolojinin elinde sahte İsa’lara dönüştürmüştür. Asansördeki aynaya şair kendi olarak değil “insan” olarak bakmaktadır. Ayna yansıtan olmasının yanı sıra şiirde unutulan, görülmek istemeyen, çıplak gözle görülmeyen yüzleri de gösteren bir araçtır. İlk olarak bir kadın yüzü görülür, kutsalı ve anneyi hatırlatır bize. “tek başına açtı aynayı parlak” dizesi anneyi çağrıştırmaktadır. İkinci olarak ihtiyar bir balıkçı görülür. Alnı kırışıktır, bilgedir ve ekmekle gizlenmiş kancalardan yüzlerini kurtarmasına yardımcı olmaktadır. Üçüncü yüz oğulun yüzüdür ve elbet dördüncü olarak bir melek yüzü görünür. Paris’in en büyük çanlarını kudurtarak kanatlarından feragat eder. Halden hale geçmek ile değişen yüzler aynı imgeyi doldurmaktadır. Ali Ural hemen bütün şiirlerinin birbiriyle akraba olduğunu, benzer imgelerin bütünde bir yerleri olduğunu, yakın konumlandıklarını göstermektedir böylece.

Ali Ural dizenin gücüne inanan bir şair. Güçlü dizelerle şiirini kuruyor. İmgeyi dolduruyor ve bütünde/bitimde okuyucunun fark etmesini istediği ya da beklediği şeyi sezdiriyor. Büyük bir yapboz ya da büyük bir tablo gibi düşünülebilir. Ancak renklerin değil gölgelerin oluşturduğu, görünen değil sezilen bir tablo olduğunu söylemeliyiz.

İlk iki şiir kitabında gördüğümüz yalın dilin Gizli Buzlanma’da daha da bilenmiş olduğu fark ediliyor. Ali Ural kelime oyunlarının, dize kalıplarının, ölçülerin, şekillerin dışında kalarak kelimelerin ilk anlamlarını koruyarak bir üst anlatı oluşturmaktadır. Ancak kelimelerin/kavramaların/imgelerin bir araya gelişiyle, özenle seçilmiş yerleriyle yeni ve sezgiye dayalı, daha derinde akan güçlü bir ırmağı da ustalıkla kurmaktadır.

Kitabının son bölümünde perdeyi indirirken ritmin gücünü kullanmaktadır. Ritim hızlanmaktadır çünkü gelişen teknoloji her şeyi hızlandırmıştır. Günümüz insanı için her şey hızlı, her şey için yetişme çabası söz konusu ancak yetmeyen bir şey vardır. Zaman. Yetecek zaman yoktur. Ali Ural da şiirini hızlandırır ve önümüze Ertelenmiş Şiir’i bırakır. “Köpeğin kesik kesik soluyorsa dünküdür ağzındaki gazete” ile geçen her anın yittiği ve hızla ertelenemeyene doğru ilerlediğimizi gösterir. Şiirinin özelliklerinden ritim de açık edilmektedir bu bölümde. Ritim sesleri (trallalla, ta tara ram- ta tara ram- tamtam tamtam- ta tara ram, vb.) ve kelime tekrarları ön plana çıkmıştır. Şiiri ritimde bulur ancak aynı ritimde kaybeder çünkü şiirin kati kuralları yoktur.

“Sen ritmi bul şiir gelir kör şaire inandım.”
“Ritmi bulduğumda kaybettim şiiri.”
Trampet Ritimleri

  • Ekim 16, 2014