Elimi kaldırdım. Şoför direksiyonu çevirmeden freni kazıkladı. Yolun ortasında kalan minibüsün kapısı açıldı ve önümde duran boşluğa, hayvanat bahçesinde kafesine alışmış bir kaplan çevikliğiyle atıldım. Tutunacak bir yer aradım. Çok kalabalık değil ama oturacağım boş bir yer de yoktu. Tüm koltuklar erkenden işe giden işciler, sırt çantalı öğrenciler ve pazara giden teyzelerle doluydu. Arka sırada oturan uzun düz saçlı kızla göz göze geldiğim an durakladım. Sanki tanıdık biri. Gülümsemiyor ama gözlerini de kaçırmadı.
Öykü
Koyu karanlık, ağır bir koku var. El yordamıyla ilerliyorum. Eğildim, sırtım kambur. Ellerimi kireç taşı duvarlara sürüyorum. Her biri tonlarca ağırlığında küplerden oluşan piramidin kalbine doğru iniyorum. Koridorun sonunda küçük bir oda, ortasında lahit. Kalbi sökülmüş ceset yeniden dirileceği günü bekliyor.
Kaldırıp bir narı, hışımla yere çarpmak istiyorum. Kızıl suyun hafif göllenmesini beklemek. Saçılan yakut tanelerini ezebilirim. Annemin sevgili halısının üstünde benekler. Evet ben; bir narı kaldırıp hışımla…
Yola çıktıklarından beri tek kelime etmemişlerdi. Karanlığın içinde sessizce yol alan arabanın camını açtı, derin bir nefes aldı. Uzanıp teyibi çalıştırdı. “En azından gürültü olur” diye düşündü. Yan gözle karısına baktı ve hızlıca bakışlarını yola çevirdi.
Ben yoktum artık. Odada değildim. Orada olmamın hiçbir anlamı yoktu. Seksen sonrası toplumcu şiirin, İkinci yeniye toplumcu bakış katmanın, bireyin toplumdaki yanlızlığının, eşitsizliğin, parkların suskunluğunun, esnafın neşesinin, belediye otobüslerinin, aylakların, güzel kadınların, aşkın, doğanın, Tanrının hiçbir anlamı yoktu.
O selvi Mustafa’yla büyümüştü. Mustafa hep o ağaca tırmanmaya çalışırdı ama başaramazdı. Babası da “ oğlum selviye tırmanamazsın. Baksana dalı budağı yok. Neresine çıkıcan” diye takılırdı. Gözlerinin dolduğunu hissetti. Birden irkildi.
– Alkışlamayın. Lütfen. Bu akşam alkış istemiyorum. Siz zaten çok daha fazlasını verdiniz. Siz en değerli …
Şimdi tek düşündüğü otoparka inebilmekti. Merdivenlerden hızla aşağı koştu. Basamakları üçer beşer atlıyordu. İki kocaman jip hemen gözüne takıldı. İkisinin arasına kendini dar attı. Aceleyle çantayı yere döktü. Cüzdanı kaptığı gibi paralara baktı.
Akşam gelen çöpçülerden önce ; çocuklar sürüklüyor sokaklarda. Acımasızca sopalarıyla dürtüyorlar cansız bedeni. Çoğu korkusuz görünmeye çalışan bir tanesinin önünden çığlıklar atarak kaçışıyorlar. Korkusuz görünmeye çalışan da iğrenerek tutmaya çalıştığı cansız bedeni diğerlerine uzatarak koşturuyor. Çekilmez haykırışlarını duyuyorum.
Hepsini şu balkondaki havlular gibi balkon demirlerine assam nasıl olur? Güneşte kurutulmuş domatesler gibi bıraksam hepsini. Bir daha elimi bile sürmesem. İlk rüzgarda savrulsalar. Ya da götürüp iskeleden denize bıraksam. Belki birkaç balık da nasiplenir böylece. En iyisi hepsini çuvala tıkmak. Sonra sokağın köşesine bırakırım.
Son yorumlar