Esnaf Lokantası

Share

        Kaldırıp bir narı, hışımla yere çarpmak istiyorum. Kızıl suyun hafif göllenmesini beklemek. Saçılan yakut tanelerini ezebilirim. Annemin sevgili halısının üstünde benekler. Evet ben; bir narı kaldırıp hışımla…

         Yere çarpan metalin çıkardığı ses tüm lokantada yankılandı. Başlarını çevirmeden bana bakan insanlar bir an sonra tekrar çorbalarını kaşıkladılar. Eğilip çatalımı aldım. Komi elinde temiz çatalla mutfaktan seğirtti. Islak ses durmadan yankılanıyor salonda. Kulaklarımıza sıvaşan, koyu karanlık bir ses. Yavaşca içimize işliyor. Ne söylediği anlaşılmayan, sürekli değişen görüntüler var. Kimsenin ilgisini çekmiyor. Yanan araba, ağlayan kadın, elinde paket olan adam, asker ve ateş edilmiş bir tüfek. Ses hiç durmuyor.

        “Burayı somuncu baba fırını mı sandın?” diye çıkışıyor ekmek isteyen bir müşteriye. Önlüğünden dükkanın sahibi olduğunu düşünüyorum. Şaşkın bakan genç hiçbir şey demeden arkadaşlarıyla gözgöze geliyor. Sessizce başını önüne eğiyor ve fasulyelerini kaşıklamaya devam ediyor. Yan masada ki adam; “Biraz daha soğan getirebilir misin?” Önlüklü hemen dönüyor ona; “Zehir ettin ağzını. Artık fasulyenin tadını nasıl alacaksın?” diye çatıyor. Önlüklünün ağzı bozuk. Küfür etsin diye kızdırıyorlar adamcağızı. Elini omuzundaki havluya silip kasanın arkasında duran tabureye çöküyor.

          Artık koca adam oldun. Kendi kararlarını verebilirsin. Elbette biz senin için en iyisini istiyoruz. Okuldan kaçmak da nerden çıktı? Senin yerinde olmak isteyen onlarca çocuk var sokaklarda. Birçoğu boyacılık yapıyor. Büyüyünce işsiz güçsüz, serseri mi olmak istiyorsun? Okulunu bitirirsen iyi bir iş sahibi olabilirsin. Çok şey mi istiyoruz? Kendimiz için mi? …

          Babamın sesi bir salyangoz gibi kulağıma tırmanmaya çalışıyor. Geçtiği yerlerde izleri ışıldıyor. Boynum, yanağım, kulağım. Sadece dışarı çıkmak istiyorum. Biliyorum. Şu bıçağı alıp sahile inebilirim. Midye açıp denize atabilirim. Beni görenler yaptığıma şaşırabilirler. Sadece balıkları yemliyorum. Okula diye evden çıkıp sahile yürüyorum. Ustalık gerektirir midye ayırmak. Ellerini kesmeyeceksin. Akşam, karanlık, soğuk, yağmur. Olsun, bunu ben başarıyorum.

          Alnında biriken teri dudağının kıyısına inen adam arkasına yaslanıp kravatını gevşetiyor. Bir peçete alıp alnını, dudaklarını siliyor. Bir peçete daha boynunu, ensesini…

          -“Ne var sanki bir klima taktırsan. Yemek mi yiyoruz dayak mı? Kan ter içinde kaldık. Taktır da kurtul artık. Rahat edersin, hem daha çok müşteri gelir. Para kazanırsın. Az biraz lüks olur dükkanın.”

          Önlüklü oralı olmadı. Aklına yatmayan şeylere ihtimam etmiyor.

          “Lüksü dünyada aramadık ki bulalım. Neyimize gerek acaba” diye mırıldandı.

          Terleyen adam mırıltıyı sinek kapan bir kurbağa gibi diliyle yakaladı.

         – Artık dünya değişiyor. Her evde, her dükkanda var bunlardan. Serinlik veriyor, rahatlatıyor, hatta havayı temizliyor, ömre ömür katıyor.

         -“Allahın verdiği soluğu arttırabilir mi?” Diye çıkışıverdi önlüklü. “Boş laf işte en fazla rahat öldürür.”

         “Cv’nizde mühendislik fakültesini yedi yılda bitirdiğiniz yazıyor. Ayrıca bir iş yerinde en fazla bir buçuk yıl çalışmışsınız. Sürekli iş değiştirmeniz sizin için pek olumlu değil. Biz iş disiplinine çok önem veririz. Burada zamanı doğru kullanmak çok önemli.” Kız gözlerini kocaman açıyor. “Eğer siz zamanı doğru kullanmazsanız ve her parçada bir dakikalık gecikme yaparsanız, montaj hattında %7 lik kayıp oluşacak.” Elindeki kalemi döndürüyor. “Bu durumda toplam üretimimiz % 4-5 civarı azalmış olacak. Tabi bu durum tüm çalışanlara yansıyacak. Burada çalışanların tamamından hatta ailelerinden bile sorumlu olduğumuzu düşünüyoruz. Bu durumda herkes üzülecektir.” Arkasına yaslanıp yüzüne düşen saçlarını kulağının arkasına alıyor. “Böyle bir durumu kimse istemez değil mi? Melesef görüşmeyi burada bitiriyorum. Sizinle çalışamayacağız. İyi günler diliyorum.”

         Sanki kimse bir şey yemiyordu. Tek bir çatal ya da kaşık sesi yoktu. Sadece demir kafesin içinden gelen boğuk ses duyuluyordu. Ekrandaki kadın köpeğiyle kumsalda mutlu koşuyor. Sonra görüntü bir evin içiyle değişiyor. Üç saniye sonra takım elbiseli, sıkı tıraş olmuş, saçları kafasına yapışmış genç irisi bir adam neşeli kahkahalar atıyordu. Ekranda kayan yazı “güvenebilirsiniz, hayalinizdeki eve ulaşmanın en kestirme yolu…” diye geçti. Taburesinde hafifce ırganan önlüklü, Konya’da hiçbir gün denizi özlememişti. Gözlerini sokakta koşan iki çocuğa çevirdi.

Karagöz Edebiyat Sayı:18

  • Ocak 16, 2012
  • 1