Çolak Salih Süpermene Karşı

Share

BÜYÜK SEÇİMİN ARİFESİNDE

Kopmuş kol, yarım kulak, parçalanmış yüz. Bin dokuz yüz on dokuz yılının baharında Osmanlı İmparatorluğu’na bakan herkesin göreceği bundan farklı değildi. Tek kolunu yitirmiş, içinde olduğu düşüş eğiliminden çıkmak için nereye neyle tutunacağını bilemeyen, tutunsa gücü yetmeyecek, kulağı yarım, duymaz, duysa anlamaz, parçalanmış yüz, gece ayrı gündüz ayrı bir çehre…

Bin dokuz yüz on dokuz baharında Akşehir istasyonuna kırık dökük bir trenle, Arabistan cephesinden işte bu halde dönüyor Salih. Demirci Salih olarak gittiği gazadan Çolak Salih olarak dönmüştür. Bir çokları onun kadar şanslı değildir üstelik. Annesine; “Bir kolun lafı mı olur. Afyonlu bir çavuş başını bıraktı da döndü memleketine. Daha neler var… harp bu.” [1] diyebilecek kadar alaycıdır halâ.

Koluyla birlikte artık yapabileceği çok şey yitmiştir. Bütünlükten yoksun bedeni, bir de Salih’i görünce aklı donan anasıyla, savaş, yokluk, açlık ve soğukla nasıl baş edecekler?

Osmanlı İmparatorluğu lime lime, masa üzerinde pazarlıklarla pay edilirken İstanbul hükümeti etkisizleşmiş, çıkış yolları tıkanmış, yalnızca işgale, bölüşülmeye rıza göstermesi beklenirken tek kollu Salih, Osmanlının bu küçük kasabasında, yaklaşan yunan işgali tehdidinde ve ne için savaştığını dahi unutmuşken var olmak için ne yapabilir?

 Varlığı tüm kasabada horlanır, hakir görülür çünkü o tutunacak dal olarak çocukluk arkadaşı Nico’yu seçmiştir. Onu tanıyan, varlığını kabul eden, onu yargılamayan, yalnız Nico’dur. Ya da Salih böyle zannetmektedir. Değişen ve tercihler yapan yalnız Salih değildir. Rumlar da, Ermeniler de, Çerkezler de, çeteciler de, köylüler de seçimler yapmaktadır. Herkes o çiğ içgüdüyle yaşayakalmak için seçmek zorundadır. Salih’in kaybettiği benlik duygusu bir ihanetin ateşinde yeniden parlayacaktır. Tek kol, yarım kulak, parçalanmış bir yüz de olsa kendi köklerini seçebilecek idrak daha ölmemiştir.

 Elbet beden parçalansa da akıl işlemektedir. Eli kolu bağlı, fikirleri sindirilmiş, muhakeme yeteneği körelmiş de olsa çalışır akıl. Hala bir çıkış arayan, en azından devletin devamını sağlayacak bir barışa inanmış olarak Akşehir’e Mehmet Reşid gelir. İstanbullu Hoca’dır o. Kurtuluş en azından barış şartlarını kabul etmektedir diye inanmıştır. İşgale karşı direnen köylüleri fikir olarak tek bir bayrak altında, saltanat bayrağı altında toplanmaya ikna için gönderilmiş, bilgisine güvenilen, genç, İstanbullu, belagati yüksek bir âlimdir. İstanbul hükümetinin emriyle halkı irşad için görevli olarak atanmıştır. Ancak Kuvay-ı Milliye de, diğer direnişçiler de hiçbir barışın milletin yaşam hakkı için yeterli olmayacağını görmektedir.

 Büyük değişimin eşiğinde o da seçime mecburdur. Yüzü batıya dönük ancak kökleri doğudadır. Doğuludur; kültürüyle, bilgisiyle, imanıyla doğulu ancak batı elini kolunu bağlamış, yüzü mecburen batıdadır. Ya onlardan olacaktır ya da yok olacaktır. Onlardan olmak zaten yok olmaktır. Yeni evlenmiştir. Karısı, doğacak çocuğu, milleti hatta kendisi için neyin doğru olduğunu neyi seçmesi gerektiğini bilememektedir. İstanbullu Hoca seçimini dağlardan yana yapar. Kendini çetecilerin içinde Milli bir ruh ararken bulur.

 BİR KAHRAMAN YARATMAK

 Küçük Ağa bir diriliş romanıdır. Elbet baskı ve şartlar dönüştürecek, en sıradan insandan bir kahraman doğuracaktır. Tarık Buğra Küçük Ağa romanını yazmak istediğini Peyami Safa’ya ilk söylediğinde aldığı cevap “Bu bir epope olur.” Ancak onun istediği bir romandır. “Romanlardan bir roman” yazmak sadece.

 Çünkü onun bu romanda anlatmak istediği değişen, dönüşen bir milletin yeniden doğumudur. Bu doğuma gelecekten bakabilen bir tanık olmak istemiştir kendisi. Anlatmak istediği bir mit değil, bir geçektir. Suni kahramanlar, olmayan bir yarı tanrı ya da hayali kahraman değil, kanıyla canıyla dönüşen, yaşayan bir insanı anlatmak istemiştir.

 Romanda bir kahraman yaratmak çoğu zaman bir fikrin savunucusu, rol modeli ya da idolü olmak için yapılmaktadır. Çünkü roman halâ büyük kitleleri etkileyebilecek çok önemli bir iletişim aracı olarak görülmektedir. Günümüzde yerini Amerikan sinemasının yapay kahramanlarının almış olduğunu söylemekse çok yanış olmayacaktır. Hatta gerçeklik duygusunun yetmediği durumlar için doğa üstü kahramanlar tasarlayıp, çizgi romanlarla zihinlere servis edilir bu rol modeller.

 [1] Küçük Ağa. Tarık Buğra İletişim Yayınları. S: 20

  • Ekim 16, 2014