Kıyıda

Share

         – Size en güzel hikayelerimi anlatabilirim. Şurada duran küçük uskumruya karşılık, sadece akşam yemeğinde yiyecek birşeyler olsun diye en güzellerini anlatabilirim. O koca vatozu nasıl yakaladığımızı anlatmış mıydım? Bay A….

          – Lütfen Alfred. Bu gün değil…

      Alfred her gün burada hikayeler anlatır. Pazara gelen balıkçılar özellikle böyle sıkıntılı dönemlerde Alfred’in hikayeleriyle vakit geçirirler. Onun hikayelerinde bol bol balık tuttukları, neşeyle hale gelip balıklarını sundukları günlerini hatırlarlar. Herkesle birlikte bende heyecanla dinlerim Alfred’in anlattıklarını. zorlu yolculuklar, bilmediğim limanlar, tanımadığım insanlar…

Büyük buhrandan önce Alfred’in anlattığı hikayeler kimsenin umurunda olmazdı. Sürekli gittiği ülkelerdeki sevgililerini anlatır herkesin işine engel olurdu. Tabi kimse onu dinlemez işlerinin yoğunluğuyla sadece onaylar sesler çıkarırlardı. İstediği balığı alıp gitmesi için sabırla dinliyormuş gibi yaparlardı. Artık hiçkimse o kadar yoğun değil. Hemen herkes birileri gelsede en azından konuşacak birşey olsa diye bekliyorlar.

 – “Hikayeni sonra anlatırsın Alfred.” Bayan Mary’nin sesi çok yorgun çıkıyordu. Uzun süredir satış yapamamış ve kıyıda olmaktan biraz üşümüştük. Bayan Mary kimseyi kırmak istemez, hep nazik konuşurdu. En zor zamanlarında bile çevresindekiler ona bakıp yine ondan güç almışlardı. “Sen istediğin balığı al. Zaten satış yok. Bütün günü bekleyerek geçiriyoruz.”

 – “Bir keresinde bay Adams’la somon avına çıkmıştık. Vatoz avlayacağımızı nerden bilelim?” Alfred yine gözlerini kısmış uzaklara bakıyordu. Hikaye anlatacağı zaman hep böyle ağarmış kaşlarını gözlerinin üzerine düşürür uzaklara bakardı. “Günboyu sürüyü takip ettik. Etraflarına ağlarımızı serebilmek için bütün gece uyumadık ve sürünün etrafında daireler çizerek ağları serdik. Sabaha karşı tüm ışıkları yaktık ve gürültüler çıkarmaya başladık. Bir yandan da ağları hızla topluyorduk. Tam o anda ağlardan birinde müthiş bir hareket başladı. Dibe kadar indirdiğimiz ağa bir vatoz takılmıştı. Tabi onu yukarı çekene kadar ne olduğunu anlayamadık. Motorlara tam güç verdik ve ağı hızla yukarı çektik. Koca kuyruğu ağı yırtıyordu. Hemen ayırmak için ağın bir bölümünü kesmek zorunda kaldık.” Alfred bir solukta anlatmıştı yine hikayesini. Her cümlede elleri kolları dahada hızlanıyor, heyecanla sanki balığı tekrar yakalıyordu. “Kıyıya geldiğimizde herkes şaşırmıştı. O güne kadar böyle bir balık gören olmamıştır. Günlerce dükkanın önünde sergilemiştik. Dükkan dolup taşıyor, çocuklar dokunabilmek için birbirlerini itiyorlardı. Ne güzel günlerdi…” birden susmuştu Alfred. Dükkanı hatırlamış ve çekinerek pot kırdığını düşünmeye başlamıştı.

O zaman bütün dükkanlar açıktı. Haldeki balıkçılar adeta yarışırcasına günün ilk ışıklarıyla avdan dönen balıkçıları karşılar, en büyük ve gösterişli balıkları alıp sergilerine koyarlardı. Kasabalılar balık almasalar bile bu büyük balıkları görmek, en azından bir kaç kişiyle sohbet etmek için balık pazarına gelirlerdi. Buhranla birlikte önce müşteriler azaldı, sonra balıkçıların sesleri kısıldı. Artık kimse bağırarak balık satmıyordu. Bay Adams o zamanlarda dükkandan çıkmaz olmuştu. Günlerce defterlerin arasında boğuşuyor, borçları alacaklara denkleştirmeye çalışıyordu. Sonunda kendide bir çıkış olmadığına inanmış olacak ki acı haberini aldık. Bir gece kendini dükkanında asmıştı. Bayan Mary çocuklarıyla ve borçlarıyla öylece kalakalmıştı. Hemen dükkanın satışına karar verildi. İçindeki herşeyle satışı olsa bile borçlara yetmiyordu. Bayan Mary evden bir kaç parça değerli eşyayıda satışa ekledi. Vazolar, tablolar, bir kaç parça gümüş şamdan, vs. Tabi bu durum sadece bize olmuyordu. Etraftaki dükkanlar birer birer kapanıyor. Tanıdığımız insanlar tek tek taşınıyorlardı. Buradan gitmeyenler bir kaç kişiyle birlikte kıyıya gelip küçük tezgahlar açmaya başladık. Bayan Mary’nin bildiği bir iş yoktu. Bay Adams’ın balıkçı dostları bay Adams’ın hatırına getirdikleri balıkları uygun fiyatlarla bize veriyorlar bizde bu köhne kayığın kenarında bunları satışa çıkar olmuştuk.

 – Bir  keresinde bay Adams’la birlikte İtalyaya gitmiştik. Ara sıra yük taşıdığımız gemiyi hatılardınız mı? Dönüşte sizin içinde özel bir kumaş almıştı. Sanırım ipekti. Gül kuru…

– Yeter Alfred. Artık anıları dinleyecek gücüm kalmadı. İlk zamanlar bana güç verdiğini düşündüğüm bu hikayeler artık sadece canımı acıtıyor. Giden gittiğiyle kalıyor oysa geridekiler?

 Acı bir sessizlik oldu. Bayan Mary kendini güçlükle tutuyordu. Mendilini çıkardı ve soğuktan zaten kızarmış olan burnuna bastırdı. Adeta yüzünü göstermek istemiyordu. Kendini toparlamak için hafiçe öksürdü.

 – İstediğin balığı al Alfred. Bu gün bu kadar hikaye yeterli.

 Oysa ben gül kurusu ipek elbiseyi düşünüyordum. İtalyada olan büyük zeytin ağaçlarını. Kıyıda bekleyen kadınları. Dillerini bilmediğim halde pazarlarında dolaştığımı hayal ediyordum. Akdenizin güneşi altında kumlarla oynayan çocukları. Yeni bir ülkede olmayı. Buradan çok uzaklarda olan bir ülkede…

  • Mart 4, 2010