Ölü Kedi

Share

              Daha önceleri hiç bu kadar ölüm görmezdik. Bu meydan da bu kadar hareketli değildi. Sadece bir lokanta, bir çay ocağı, bir ayakkabıcı ve birde züccaciye vardı. Sabah saatlerinde dükkanlar açılır öğrenciler ve kasabaya giden birkaç kişi alışveriş yapar; iki üç ihtiyar çay ocağına takılır sohbet eder; küçük kızlarıyla kadınlar ip, düğme ve boncuklar almaya giderlerdi. Hergün diğerlerinin aynısı sürgit akardı. Şimdilerde neredeyse hergün bir ölüm görüyoruz. Şuradan bir araba geliyor, genelde önce yavaşlamaya çalışıyor, direksiyonu hafifce kırıyor fakat kurtaramayacağını anlayınca bırakıyor ve pat. Yol kenarına düşen beden bir iki soluklanıyor, göğsü hızla inip kalkıyor, ayakları seğiriyor ve yarım dudaklarından basit bir ses bile çıkmıyor. Sadece bir nefes boşalıyor.

 Akşam gelen çöpçülerden önce ; çocuklar sürüklüyor sokaklarda. Acımasızca sopalarıyla dürtüyorlar cansız bedeni. Çoğu korkusuz görünmeye çalışan bir tanesinin önünden çığlıklar atarak kaçışıyorlar. Korkusuz görünmeye çalışan da iğrenerek tutmaya çalıştığı cansız bedeni diğerlerine uzatarak koşturuyor. Çekilmez haykırışlarını duyuyorum. Eğer karnı açılmışsa yada ağzından kan geliyorsa çokta uğraşmıyorlar. Çöpün kenarında bırakıyorlar. Çöpçülerse umarsız ; küreğiyle kaldırıp tenekeye , oradan da arabaya atıveriyor cansız bedeni.

 Eskiden hiç bu kadar çok ölüm göreceğimi düşünemezdim. Rüzgarda kopan yapraklarımdan başka ölüm aklıma gelmezdi. Onlarında baharda geleceklerini bilirdim. Uğuldayan dallarımla şarkılar mırıldanmaktan başka derdim olmazdı. Geceleri derin uykulara dalardım. Güneş battımı bir iki evden ışık gelir, sesler çekilir, hareket azalır, yıldızlar belirirdi. En geç 11-12 de ışıklarını kapatırlar herşeyle birlikte uyuyabilirdik. Neylersin ki şu direği diktiklerinden beri artık sabaha kadar ışık var. Meydanda hareket bitmiyor neredeyse.

 –              Ne o? Rahatsız mı oldun? Duymuyorum sanma!

 –              Yoo. Ne münasebet? Demek istediğim. Belki o zamanlarda da bu kadar hareket vardı ama görmüyorduk.

 –              Artık görüyorsun işte. Benim sayemde. Üstelik benimle birlikte elektrik geldi buraya. Daha yeni makinalar; daha hızlı, daha çok üreten tezgahlar var. Artık çalışanlar daha az insan gücüyle daha çok üretiyorlar. Daha çok kazanıyorlar. Akşamları kazandıklarıyla yemekler yiyorlar, dolaşıp eğleniyorlar. Nedir ki önceden senin gölgende pinekleyen ihtiyarlar dışında kimse olmazdı meydanda. Belki bir iki çocuk dallarına asılırdı değil mi? Şimdilerde yeni açılan salonda danslar ediyorlar. Neşeleri, kahkahaları meydanı dolduruyor. Eğlenip evlerine dönüyorlar.Şu yol geçmeseydi buradan, bunların adını bile bilmezlerdi. Kimseler burada yaşamak istemiyordu. Bunlar için mi bunca sızlanman?

 –              Sanırım benimki sadece gidenlere ağıt. Üzgünüm. Yıllardır yanımda olan arkadaşlarımı hatırladıkça. Bir anda kökleyip devirdiler onlarcasını. Hatırladıkça soluksuz kalıyorum, dallarıma su yürümüyor sanki. Kökleyip koskoca gövdeleri, şu cansız bedeni koyuverdiler orta yere. Ne rüzgar ne kar. O tuaf bakışı değişmiyor. Saçı dağılmıyor. Hele o gülümsemesi hiç gitmiyor. Kuşlarım hergün etrafında, onlarcası pisliyorda gıgı çıkmıyor. Geldiği günü hatırlıyor musun? Kırmızı örtünün altında öyle duruyormuş. İnsanlar toplaştılarda beklediler birilerini. Sonra geldi birisi ve açtı örtüyü. Birde levha çaktılar. O günden beri kımıltısız sırıtıyor. Oysa onun yerindekilerle rüzgarda el çırpar, hep beraber neşeli şarkılar söylerdik. Kaç kuş kaç sincapa yuva olmuşlarıdı. Nasılda neşeyle cıvıldanırdı.

 –              Bak bak bak!!! İşte bir tane daha. Pat. Düştü kaldı. Bu seferkinde hiç hareket yok. Allahtan kenara düştü. Yoksa ezilip parça parça oluyorlar. Birde yola yapışıp kalıyorlar tabi. Ha ha ha. Nasılda ayrıldı bacakları. Az önceki haline hiç benzemiyor dimi? Resmen bambaşka birşey oldu. Unutulmuş bir atkı gibi dertop yığıldı. Tüyleri kandan yapışıyor. Ne o yahu? Büktün yine dallarını. Şimdi bir de ağıt yakarsın sen ha ha ha.

 –              Keşke uzanıversemde alsam onu kovuklarıma. Bassam bağrıma sıcağı yitene kadar. Sonra alıp toprağıma karıştırsam suyuma ve oradan da dallarıma. Bir gün rüzgarında yardımıyla yapıştırsam dallarımı bir tokat gibi şu dikkatsiz sürücünün suratına. Görmedin mi resmen uyuyordu. Umarsız vurdu attı kenara. Yavaşlamadı bile. Nasıl dayansın ki şuncağız beden bu tekerlerin ağrılığına?

 –              Hadi ama sadece bir kedi işte. Nedir ki şu mühendislik harikasının karşısında?

 –              Nedir ki? Unutulacak bir leş tabii.

  • Nisan 27, 2010