Ödüllü Bulmaca

Share

         Yukarıdan aşağı üç harfli. Aşırı sevgi ve bağlılık duygusu, karşılık beklemeden duyulan derin his.

         Siyah paltosunun üstüne düşen siyah saçlarına dokunabilmeyi öyle çok istedi ki adeta dokunduğunda açılacak olan kapıdan harikalar diyarına düşecekti. Bildiği bütün kelimeler anlamsız olabilirdi. Gözünün önünde olanlar sadece rüya olabilirdi. Dokunsa bütün dünya çiçeğe kesebilirdi. Bahar olabilirdi mesala. Pencereden cenneti seyretmek gibiydi. Birden elinin bağımsız olarak havaya kalktığını hissetti. Artık çok geçti. Eli havada asılmıştı ve başında dikilen kadın doğruca ona bakıyordu. Bütün minibüstekilerin ona baktığını, ufak çapta bir ağız dalaşının ardından tekme tokat aşağı atacaklarını, en az dört kere izlediği macera filmindeki iyi adamın kötü adamı uçurumun kenarında dövdüğü sahne gibi gözünde canlandırdı. Sahneye ilk kez çıkmış bir aktör gibi elini kolunu nereye koyacağını bilemedi.

Simsiyah saçları minibüsün sert bir fren yapmasıyla omuzlarından göğsüne doğru döküldü. Alışkın bir hareketle saçını yalancıktan toplar gibi yapıp ense kökünden sırtına salıverdi. Şimdi büyük bir tutam yaslandığı koltuğun sırtlığından Selim’in dizlerine doğru dalgalanıyordu. Bu sert freni kendine bir kurtuluş sayan Selim elini önündeki koltuğun tutamağına bıraktı. Elini koyacak bir yer bulmuştu. Üstelik daha yüzünü bile tam olarak göremediği kızın – dokunmayı çok istediği – saçlarından bir iki teline dokunabilme ihtimali doğmuştu. Herhalde evden aceleyle çıkmış, saçını tam olarak kurutamamıştı. Kurudukça tüleren saçları minibüsün sarsıntılarıyla dalgalanıyordu. Saçlarına dokunmalı mıydı?

En azından bir iki tanesine nazikçe dokunsam diye düşündü. Belki güneş açar. Ya da büyük ikramiye bana çıkar. En azından bu günüm güzel geçer. Hatta tanışırız. Bir yerlerde birşeyler içeriz. Ona yazdığım şiirlerden okurum, kimbilir…  Birden duyduğu elektronik ses Selim’i kendine getirdi. Kızın telefonu çalmıştı. Hızlı hareketlerle telefonu çantasında aramaya koyuldu. Selim tepesindeki kadının adeta gözlerinin içine baktığını farkettiğinde kız telefonunu bulmuştu. Yer versem de kurtulsam diye içinden geçirdi ama kızın yüzünü görürüm umudu ağır basmıştı. Nefesini tutup yavaşça doğruldu. Yüzünü tam olarak göremiyordu ama yüzünün beyaz, alnının geniş ve hafif kavisli, dudaklarının ince ve biçimli olduğunu hemen söyleyebilirdi. Nefesini tuttu ve sesini duymaya çalıştı.

Geliyorum canım. Çok yaklaştım. Hıı… Olsun ben beklerim.

Soldan sağa beş harfli. Dirlik, baş dinçliği, gönül rahatlığı, rahatlık, erinç.

Nermin minibüsten indiğinde rüzgar saçlarını iyice dağıttı. Biraz erken gelmişti. Aklındaki soruyu biran önce sormak için sabırsızlanıyor ama alacağı cevaptan korktuğu için soruyu sormaktan çekiniyordu. Bu soru, daha doğrusu bu cevap bütün hayatlarını değiştirecekti. Çektikleri sıkıntıları bitirebilir, biraz para biriktirebilirler, evlerini değiştirebilirler, hatta daha köklü kararlar almalarını sağlayabilirdi. Mesela bir çocuk sahibi olabilir, onun geleceği için birşeyler planlayabilirlerdi. Evet, herşey bambaşka olabilirdi. Rüzgar sert esiyordu ve aklında bunca düşünceyle sokaklarda boşboş dolaşmak en son isteyeceği şeydi. Hemen kendini en yakın alışveriş merkezine attı ve ayakkabı mağazasının vitrinindeki renkli babetlere bakmaya başladı.

 Baharla birlikte mağazalar hemen vitrinlerini değiştirmiş, yazlık modelleri mankenlerin üzerlerine geçirmişlerdi. Elbette canlı renkler, küçük parlak ayakkabılar, kolyeler, çeşitli taşlarla süslü takılar göz dolduruyordu. Erken bir saat olduğu için alışveriş merkezi boş denecek kadar tenhaydı. Okuldan kaçmış bir kaç öğrenci, sokak çocuğu denemeyecek ama otoparklarda ya da kırmızı ışıkta beklerken gördüklerine benzer çocuklar, hayatlarının son deminde olduklarını düşünen ve bunun için sürekli yanlarında birilerini görmek isteyen ikili üçlü ihtiyar grupları ve tabi kokoş ev kadınları. Bu saatte alışveriş mi olur?

Nermin’de vitrinlere bakıyordu oysa. Biran herhangi biri baksa Nermin’i de bu saatte alışverişe çıkmış bir kokoş sanabilirdi. Oysa Nermin bu gün izinli ve eşinin getireceği haberi bekliyordu. Birden gözüne vitrindeki şeker pembe hırka takıldı. Serin olan bahar akşamlarında omuzlarına aldığı hırkasıyla bahçede oturduklarını düşündü. Üstelik yeni sezon olmasına rağmen fiyatı da uygundu. Kolundaki küçük çantasını aralayıp önce cep telefonuna sonra cüzdanına baktı. Tekrar hırkaya bakmak istediğinde omzunda bir gölge hatta bir rüzgar hissetti ve sarsıntıyla vücüdunun vitrin camına çarptığını farketti. Omzunda bir acı vardı ama refleks olarak kasılmış olan kolundan çantası çıkmamıştı. 16 yaşlarında bir çocuk çantayı çekiştirdikce bedenini savrulurken buldu. Artık direnmek istemedi ve kolunu yavaşca açtı. Bir kedi yavrusunun çığlığı gibi tiz birsesle bağırmaya çalıştı.

Güvenlikkk!!

 Yukardan aşağı dört harfli. Zarara uğrama tehlikesi.

“Lanet olası kadın bıraksana şu çantayı.” Kelimeler dişlerinin arasından tıslar gibi çıktı. Kendi bile inanamadı ilk anda. Böyle bir tepki beklemiyordu. Televizyonda gördüğü kadınlar çantayı bırakıyor sonrada arkalarından feryat figan bağırıyorlardı. Herşey çok kolay görünmüştü ama gerçekte o kadar kolay olmuyordu demek ki. İlk çarpmayla kadının kasılıp yere yığılmasından çok korkmuştu ama artık dönüş yoktu. Kendini hemen dışarı atmalıydı. Metin bu kadarını planlamamış olmaktan dolayı pişmandı ama hamle yapılmıştı. Artık ne diyebilirdiki? Özür dileyip çantayı bıraksa bile hırsız damgası yiyecekti. Kadın zaten öylece yere yığılmıştı. Bağırmaya çalışmış ama sesi çıkmamıştı. Acele ederse belki kaçabilirdi.

Geceyi geçirdiği otoparkta bütün gece bu anı düşünmüştü. Sabah erken saatte bir kokoş bulup kaşla göz arasında çantayı kucaklayacak ve hızla kaçacaktı. Tekrar otoparka gelecek arabaların arasında soteye yatıp çantayı boşalttıktan sonra garaj kapısından çıkıp gidecekti. Kimbilir belki zengin bir ihtiyarı denk getirirse yüklü bir hasılat kaldırabilirdi. Belki pahalı bir kaç takı çıkabilirdi çantadan. Bir elmas yüzük ya da gerdanlık. Hemen kendine yeni bir pantalon ve gömlek almayı planladı. Bu haliyle sokakta görenler yanından geçerken cüzzamlıymış gibi ondan kaçıyorlardı. Sürekli itilip kakılıyor, arabaların yanına yanaştığında içindekiler camları kapatıyor, restoranların önünde biraz dikilse garsonlar kovalıyor, kimden iş istese yüzüne bile bakmadan tersleniyordu.

İki gündür doğru dürüst birşey yememiş hiç kimseyle konuşmamıştı. Bundan sonra herkes ona saygı duyardı çünkü artık parası vardı. Biraz façayı düzelttikten sonra kör Salih’ten belki bir 9mm alabilirdi. İşte o zaman herşey çok başka olurdu. Güzel giyinir, güzel yemekler yerdi. Hergün okulun oradaki büfede gördüğü öğrenciler gibi kola içebilirdi. Birde sosisli sandaviç tabi.

Uykuya dalana kadar kurduğu hayalleri, uyuduktan sonra rüyasında da görmüştü. Artık çantayı almıştı. Şimdi tek düşündüğü otoparka inebilmekti. Merdivenlerden hızla aşağı koştu. Basamakları üçer beşer atlıyordu. İki kocaman jip hemen gözüne takıldı. İkisinin arasına kendini dar attı. Aceleyle çantayı yere döktü. Cüzdanı kaptığı gibi paralara baktı. Hepi topu 26 TL çıkmıştı. Bir sürü de kredi kartı vardı. Sinirle cüzdanı arabaların altına doğru fırlattı. Döktüğü eşyaların içinde değerli birşeyler varmı diye bakınırken gürültüleri duydu. Dört beş adam hızla koşturuyordu.

Kapıları tutun. Arabaları aramadan çıkartmayın. O iti bulduğumda canına okuyacağım.

 Ödüllü bulmacamızı çözüp gönderenler arasında yapılan çekilişle bir kişi hayallerine kavuşuyor. Kimbilir belki şanslı kişi sizsiniz! Tüm hayatınızı değiştirmeye var mısınız?

  • Mayıs 6, 2010