Mersiye mi Hicviye mi?

Share

Toprağının şeklini alan şair

Dâr-ı dünyâ delü gönlüm gibi vîrân olsa
Ne cihân olsa ne cân olsa ne hicrân olsa
Taşlıcalı Yahya

Coğrafyanın insan karakterini oluşturmada bir etkisi var. Herkes doğduğu yerin toprağına benziyor. Yahya Bey’in karakteri de doğduğu topraklar kadar çetin. Arnavut asıllı olan Yahya Bey divanında ve hamsesinde kendinden bahsederken doğduğu bölgenin bu coğrafi özelliğine yaslanarak taşlık, taşlı yer, tanımlarını kullanır.

Arnavud aslıdır ol taşlı yirün şehbazı
Asdı eflâke meh-i nev gibi tîğ-i hüneri

Taşlu yirden kopdı yağya la’l-i rummani gibi
Himmetünle var anun şahinliği cinsiyeti

Hırçın, gözü kara, atik ve zekidir Yahya Bey. Hemen fark edilir ve Acemi Oğlanlar Ocağı’na (dönemin askeri okulu) seçilir. Bundan sonra hayatı buradaki bilgi ve becerisine göre şekillenecektir. Akıllı ve eğitimli olanlara memurluk, lider olanlara komutanlık, savaşçı olanlara askerlik eğitimi verilir. Yahya Bey hem akıllı ve eğitime meraklı hem de atılgan ve cesurdur. Bu özellikleriyle iyi bir komutan ve yönetici olacağını göstermiştir. Hiç bilmediği bir dili, savaş tekniklerini, dini ve ilmi meseleleri öğrenecek; bu dille divan hatta hamse kaleme alacak, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman’ın ordularında birçok sefere katılacak, divanında ve diğer eserlerinde dini konulara değinecektir.

Yeniçeri ocağına geçtiğinde öğrenme hevesi ve yeteneği hemen fark edildi ve ocağın kâtibi Şihâbüddîn Bey onu çırak olarak yanına aldı. Böylece dönemin kaynak eserlerine ulaşabildi. Bu dönemde Kemal Paşazade ve Fenârîzâde Muhyiddin Çelebi gibi âlim ve şairlerin meclislerinde bulunur.[I] Ancak bu eğitim onun bir yönünü güçlendirmekteydi. Aynı zamanda burada aldığı askeri eğitim ve atılgan, gözü kara, cesur kişiliği ile savaş meydanlarında da adından söz edilmekteydi. Asker olarak katıldığı savaşlarda şiirlerini de yazmaktan geri durmuyordu. Yavuz Sultan Selim’le birlikte Çaldıran ve Mısır seferlerine, Kanuni Sultan Süleyman’la Bağdat seferine katıldı. Bağdat seferinde dönemin ünlü şairi Fuzûlî ile görüştü.

Dostuz arif-i bi’llâha Ebu Cehle adû
Kimine nûr-ı Muhammed kimine nâruz biz

Biz Budinün şah-rahında mücahidlerdenüz
Müşrikîne kîni olan Kahramân-ı kâtilüz.

Yukarıdaki beyitlerinde görüldüğü üzere özellikle din, haksızlık, adalet konularında son derece sert ve tavizsizdi. Savaş meydanlarındaki yiğitliğini edebi meclislerde de gösterip, gözünü budaktan sakınmadan doğru bildiğini söyleyebilmektedir. Dilde ulaştığı ustalık sayesinde başına dert olabilecek, hayatına kast edecek konularda dahi sözünden geri durmayıp asıl manayı örterek inandığını savunmuştur.

Atik kişiliği eserlerinde de kendini göstermekte ve çağdaşı olan Hayâlî Bey ile şiir ve sanat alanında atışmaya başlamıştır. Bu atışmalardan Kanuni’ye sunduğu kasidesinde bir yandan Hayâlî Bey’e hakaret ederken, bir yandan da bu şairi hoş tuttuğu için padişaha tarizde bulunur[II]. Gelecekte oğlunu katlettiği için yazdığı mersiyede tekrar padişaha çatacak, bu hileyi düzenleyenlerden Rüstem Paşa’ya ağır ithamlarda bulunacaktır.

Şiirleri meclislerde okunmakta ve kabul görmekteydi. Bu konu bir başka kaynakta; “Önce Yavuz Sultan Selim sonra da Kanuni sultan Süleyman dönemlerinde bütün savaşlara doğrudan katılan Yahya Bey’in hem yiğitliği ve kahramanlığı, hem de şairliği dolayısıyla gördüğü büyük ilgi, çevresinde kıskanılmasına yol açmıştır. Devrin önemli şairleri ve devlet adamlarıyla takışmıştır. Hayali Bey, sürekli takıştığı şairlerdendir. Başlangıçta koruyucusu olan ve yükselmesinde destek olan Sadrazam Rüstem Paşa ile takışması ise, Şehzade Mustafa’nın öldürülmesinde etkin bir rol oynadığı içindir. Çok sevdiği şehzade için yazdığı mersiyesinde, Rüstem Paşa’ya hakaret ederek onu suçlamış ve geçici bir süre de olsa azline neden olmuştur. Ancak, bir süre sonra paşa yeniden sadarete geçince, eski dostunun tüm mal varlığına el koymuş, onu teftiş ettirmiş ve sonunda da sürdürmüştür.[III]” şeklinde karşımıza çıkmaktadır.

Erken batırılan güneş

Oğullar oğulluktan sessizce çekilmesini bilmelidir abiler
Ece AYHAN

Doğumundan itibaren (1515) özel bir ilgi ve eğitim gören Şehzade Mustafa, Saruhan Sancakbeyliği ve Amasya Sancakbeyliği yaptığı dönemde halk ve özellikle askerler arasında sevildi. Sağlam karakterli, ilme, sohbetlere, sanata düşkün şehzade son derece cömert ve adildi. “Bu, onun ilme ve sanata karşı olan aşırı merakının yanı sıra sohbete düşkün, mütevazı ve aşırı derece cömert karakterinin de bir neticesi idi. Hatta bu tavrı, maiyetindeki ulemadan Monla Bahşı-zade Kemaleddin İbrahim Efendi’nin dikkatini çekmiş, aşırı harcamalarından dolayı şehzadeyi ikaz için Arapça Mesârifü Beytü’l-mâl adlı kitabını yazarak takdim etmişti. Şehzade bu eser için öfkelenmek bir tarafa, müellifine bol bol ihsanlarda bulunmuştu.”[IV]

Şehzade Mustafa’nın karakterinin yabancı elçiler ve gezginler gözünde nasıl olduğunu anlamak için Venedik Balyosu Navagero’nun sözleri de ayrıca önemlidir.

“Mustafa’nın imparatorluğa halef olma bakımından bütün kardeşlerinden ne kadar fazla sevildiği ve arzu edildiği kolayca anlatılmaz. Yeniçeriler onu istiyorlar ve padişah yahut onun kulu olan sadrazam aynı fikir ve arzu içinde olmadığı halde bunu açıkça ifade ediyorlar. Çünkü imparatorluğun başına geçmek için kendisine hak tanıyan en büyük evlâd olduktan başka, yiğit, cömert ve doğru bir insan olarak şöhret yapmış olması, herkes tarafından şiddetle arzu edilmesine sebep oluyor. Onun sancağından geçen yeniçeri yahut padişahın kullarından hiçbiri yoktur ki hediye almasın ve gördüğü büyük iltifat karşısında çok memnun ve tatmin edilmiş olarak ayrılmasın. Böylece Mustafa büyük bir isim yapıyor. Yeniçeriler her ihtiyaçları için ona başvuruyorlar ve onun idare mıntıkasında iken Bâbıâlî’yi hiç hatırlamıyorlar ve geri gelmiyorlar.”[V]

 Ancak şehzadenin tahta geçmesi sarayda istenilen bir durum değildi. Özellikle Padişahın damadı ve aynı zamanda Sadrazam olan Rüstem Paşa ve Hürrem Sultan, Şehzade Mustafa yerine Hürrem Sultan’ın oğullarından birinin tahta geçmesini istemekteydi. “Osmanlı sarayına hediye edilerek yahut satın alınarak geldiğinde ne dil ne de okuma yazma bilen Hürrem Sultan, bir müddet sonra padişahı ve sadrazamıyla devleti âdeta avuçları içine aldı, krallara mektup yazdı. Bir anne olması hasebiyle belki kendince haklı olarak, devletin kaderini değiştiren ve muhtemelen sonuçları günümüze kadar etkili olan bir idama sebep oldu.”[VI]

 Şehzade Mustafa’nın ölümümden sonra Kanunî’ye imzasız olarak gönderilen bir ihbar mektubundan anlaşıldığına göre; Mustafa’nın mührünü kazıtıp onun ağzından yazılmış bir sahte mektup düzenleterek Vastan Mutasarrıfı Zeynel Beğ aracılığı ile Şah Tahmasb’a göndermiş, duruma vakıf olmayan şahın cevabını da aynı vasıta ile ele geçirmişti. Mektup sahibi bu hadiseyi Halep’te bulunduğu bir sırada oraya gelen Şah Kulu namındaki İran elçisinden, bütün delilleri ile öğrendiğini ve sefere çıktıktan sonra bu duyduklarının doğruluğunu tahkik imkânı bulduğunu bildirmektedir. Rüstem Paşa bu işi başaranlara bir çok ihsanlar verdiği gibi Zeynel Beğ’e Vastan Beylerbeyliğini alma vaadinde bulunmuştu.[VII]

Ayrıca yeniçeriler arasında bir süredir sefere çıkmadığı kastedilerek padişahın kocaldığı, yerine oğlu Mustafa’yı bırakıp çekilmek istediği, ancak Rüstem Paşa’nın razı olmadığı sözleri yayılmaktaydı. Bu duruma ve kendisine ulaşan uyarılara karşı Şehzade Mustafa babasının adaletinden şüphe etmemiş, olanların farkında olduğunu düşünerek silahsız olarak onunla görüşmek üzere çadırına girmiştir.

Meded, meded![VIII]

1. Meded meded bu cihânun yıkıldı bir yanı
Ecel celâlîleri aldı Mustafâ Han’ı

   İmdat! Eyvahlar olsun!Bu cihanın bir yanı yıkıldı; [zira]
Ölüm eşkıyaları Şehzade Mustafa’yı yok ettiler.

 Kendisi de asker olan Yahya Bey, yakın gelecekte olmasa bile tahta çıkacağına inandıkları Şehzade Mustafa’nın ölüm haberi karşısında bir tutanak aramaktadır. Şehzade Mustafa’nın babasıyla yapacağı görüşmeden üzerlerinde oynanan oyunu bozarak galip çıkacağı umudu ölüm haberiyle yok olmuş, ne yapacağını bilmez halde feryada sığınmıştır. Bu durum cihanın bir yanının yıkılmasına benzetilmiştir. Burada Kanuni Sultan Süleyman için cihan padişahı unvanının kullanıldığını, padişahın aynı zamanda İslam halifesi olduğunu göz önüne alırsak; cihanın bir yanının yıkılması bir bütünün bozulması, İslam dünyası ve halk arasında bozguna sebep olması gibi çoklu bir anlama ulaşır. Bu durumun telafisi mümkün olmayacak bir hata olduğunu ancak bunun karşısında kendi acizliği ile ancak feryat edebildiğini görüyoruz. Aynı zamanda baba-oğul ilişkisi açısından bakarsak asla karşı karşıya gelmemesi gereken iki tarafın aynı bütünün parçası oldukları da anlatılmaktadır.

Bu ölümün normal bir ölüm olmadığı, “celali” olarak andığı katiller tarafından adeta baskınla ele geçirdiklerini de bir sonraki mısrada anlıyoruz. “Celali” tabirinin, Yavuz Sultan Selim zamanında Tokat civarında şimdiki Turhal’da mehdilik davasıyla ortaya çıkarak etrafında toplayıp Şah İsmail taraftarı 20.000 kadar adam toplayıp devlete isyan eden Bozok Türkmenleri’nden Şeyh Celal adındaki şahsa uyanlara, elebaşılarının ismine izafeten verildiği malumdur.[IX] Bundan sonra celali tabiri “eşkıya” ve “asi” gibi anlamlarda taşımaktadır.

2. Tulundı mihr-i cemâli bozuldı dîvânı
Vebâle koydılar âl ile Âl-i Osmânı
Yüzünün güneşi battı, dîvanı dağıldı.
Osmanlı sultanını hile ile günaha soktular.

Yüzünün beyazlığına atıf olması yanı sıra çok iyi eğitimli, cömert ve yardım severliği ile ün yapmış olması sebebiyle kendisi de güneşe benzetilen Şehzade Mustafa’nın babasının çadırına girip dışarı çıkamamış olması, güneşin batışı olarak resmedilmektedir. Şehzadeler sancaklara (Kütahya, Manisa, Konya, Amasya) yöneticiliği öğrenebilmeleri için gönderildiklerinde tıpkı sarayda padişahın olduğu gibi bir divan kurmaları, belirli zamanlarda toplantılar yapıp, bölgenin sorunlarının çözülmesi beklenirdi. Şehzade Mustafa’nın boğdurulması sırasında yanında olan divan üyelerinden bazıları idam edilmiş, kimisi de sürgün edilerek dağıtılmıştı. Ancak bu beyitte de Taşlıcalı Yahya Bey bu ölümün haksız, hile ile kandırılmış olan sultanı vebale koyan bir ölüm olduğunu vurgulamaktadır. Bu dizede söz üçüncü çoğul şahıs kullanılarak söylenmiş olsa da kararı alan ve hile ile kandırılan sultan olduğu için aslında olayın sorumlusu olarak sultanı işaret etmektedir.

 3. Geçerler idi geçende o merd-i meydânı
Felek o cânibe döndürdi şâh-ı devrânı
O savaş meydanlarının yiğidini, adı geçtikçe çekiştirilerdi.
Felek, zamanın padişahını o [iftiracılardan] yana döndürdü

 Geçerler ifadesi burada şehzade hakkında yalan yanlış haberleri padişaha ulaştırırlar, aktarırlar anlamında kullanarak bu hilenin sorumlusu olarak gördüğü başta Hürrem Sultan ve damadı Rüstem Paşaya üstü kapalı olarak ağır ithamlarda bulunmaktadır. Şehzade için merd-i meydân tabirini kullanan şair padişah için “zamanın sultanı” demek olan şâh-ı devrân tabirini kullanmaktadır. Devran dünya, dönem, çağ, anlamlarına geldiği gibi dönmek anlamı da taşımaktadır. Padişah için bu tabir burada feleğin döndürdüğü, aklını çeldiği anlamına gelmektedir. Felek ise kader, talih anlamında belirsizlik taşırken halk arasında kahpe felek olarak hilekar kocakarı anlamı yüklenmiştir. Bilindiği üzere felek edebiyatımızda sık sık “pîr-zen-i mekkar” [=hilekâr kocakarı] olarak zikredilmiştir. Bunun halk arasında ifadesi ise daha ağır olup “kahpe felek” şeklindedir.[X] Merd-i meydân ve şâh-ı devrân gibi iltifat olan kelimeler şairin beyit içinde ustaca kullanması sonucu farklı anlamlara ulaşıp hakaret ve suçlamalara dönüşmüştür. Elbette hayatına mâl olabilecek kadar hassas olan bu konuda şair tüm maharetiyle sözünden geri durmamış, karakterinin gereği söylemek istediğini söylemiştir.

4.Yalancınun kuru bühtânı bugz-ı pinhânı
Akıtdı yaşumuzı yakdı nâr-ı lıicrânı
Yalancının kuru iftirası ve gizli kini
Gözyaşımızı akıttı, ayrılık ateşini yaktı.

Bir önceki beyitte gizlice yaptığı suçlamaları bu beyitte sahte mektuplar düzenleyip, şehzadenin mührünün kopyasını yaparak onun ağzından mektuplar yazmak suretiyle iftira attığı ve gizli kini sebebiyle padişahı bu karara ikna ettiğine inandığı Rüstem Paşa’yı, önceki beyitte çoğul olarak anılan komploculardan ayırıp, tekilleştirilerek kast etmektedir. Böylece isim vermeden eski hamisi olan Rüstem Paşa’yla sonuçları ne olursa olsun bağlarını kopardığın, onu ve suçlu gördüğü diğerlerini eleştirmekten geri durmayacağını göstermiştir. Bu ölüm çok acı ve sonuçları herkesi etkileyecek kadar önemlidir.

 5. Cinâyet itmedi cânî gibi anun cânı
Boguldı seyl-i belâya tagıldı erkânı
O câni gibi cinayet işlemedi;
[fakat kendi] Canı belâ selinde boğuldu, erkânı dağıldı.

 Şehzade Mustafa’nın adil, iyi huylu vasıflarına vurgu yapar göründüğü bu beyitte, onun kimsenin canına kastetmediğini ancak bir bela selinde (aşamayacağı kadar çok düşman kastedilerek) boğulduğunu söyleyerek daha önce atik davranıp Rüstem Paşa’yı öldürmediği için canının alındığını söylüyor. Buna mukabil hilelerle aldatılan sultanın, yanlış bir karar aldığını ve diğerlerinin de bu hileleri düzenledikleri için onun canına kasteden caniler olduğunu belirtir. Bu şekilde de yine üstü kapalı olarak Kanuni ve çevresinde bu suça bulaşmış olanları iğneleyici tavrının devam ettiğini görürüz. Şehzade Mustafa’nın bu konuda hatasının düşmanlarına karşı atik davranıp fırsatını bulduğunda onları bertaraf etmemesi olduğuna üzüldüğünü anlayabiliyoruz. Ancak bu durum bir hata değil Şehzade Mustafa’nın aldığı eğitim ve terbiyenin gereği olarak böyle davrandığını anlıyoruz. Şehzade Mustafa bu terbiye ve karakterde olduğu için “cani” olmayacağı vurgulanarak yüceltilmiş, hilelere başvuranlarınsa cani oldukları söylenmiştir.

6. N’olaydı görmeye idi bu mâcerâyı gözüm
Yazuklar ana revâ görmedi bu râyı gözüm
Keşke gözüm bu olup biteni görmeseydi…
Yazıklar olsun! Gözüm bu “ray”ı [=hükmü, muameleyi] ona layık görmedi.

 Bu bendin son beytinde durumun kaçınılmazlığı ve ölüm karşısında kalınan çaresiz halde olan şairin kendi kendine söylendiği intibaı uyanmaktadır okuyucuda. Tüm olup bitenler bir macera olarak anılmakta, bu kötü halin, gelinen noktanın fenalığı karşısında körlük tercih edilmektedir. Ancak yine de kime olduğu tam olarak anlaşılmayan, “yazuklar” diyerek isyan etmektedir. Verilen hükmün yerinde olmadığı son halde tekrarlanarak sorumlular karşısında aciz kalındığı ya da şehzade için harcanan emeklerin boşa gitmesine hayıflanmakta, hiçbir koşulda bu hükmü Şehzade Mustafa’ya layık göremeyeceğini belirtmektedir.

 Varılamayan ikbal

 Taşlıcalı Yahya gibi dönemin ünlü birçok şairi de Şehzade Mustafa’nın ölümü üzerine eserler mersiyeler kaleme almıştır. Çok daha açık bir şekilde Rüstem Paşa, Hürrem Sultan ve hatta Kanuni Sultan Süleyman’ı suçlayan mersiyeler yazılmıştır. Olaydan sonra galeyana gelen askeri yatıştırmak için Rüstem Paşa azledilmiş ancak kısa süre sonunda görevine geri gelmiştir. Rüstem Paşa’nın görevine gelmesiyle Taşlıcalı Yahya sorguya alınmış, padişaha idamı yönünde istekte bulunulmuş ancak dildeki ustalığı sayesinde suçlamalardan beraat etmiş, padişah tarafından idamına gerek olmadığı kararıyla dokunulmamıştır. Yine de Rüstem Paşa tarafından gelirleri engellenerek Bosna’ya Zvornik Sancağı’na sürülür.[XI]

 Buradan da anlaşıldığı üzere diğer şairler gibi şairliğiyle ikbale ulaşması mümkün olmamıştır.

 Yahya Bey hayatını savaşarak kazanan bir şair olarak, saray çevresinde geçinen ve hamilerine hulûskârlık arzederek bir şeyler bekleyen diğer şairlerin aksine, talep ettiği şeylerin, bahadırlığının ve güçlü şairliğinin hakkı olduğunu söylemesi ile meslektaşlarından hayli farklı karakter arzeden bir şairdi.[XII]

 Uzun ömründe Rüstem Paşa’nın da ölümünü görmüş ve onun için ilginç bir mersiye yazarak yine üstü kapalı olarak paşayı hicvetmiştir.

 Haber-i mevti melûl itdi beni haylizemân
Korkar idüm ki bu şâdî haberi ola yalan
[Rüstem’in] ölüm haberi beni hayli zaman kederlendirdi
Bu mutluluk haberi yalan olabilir diye endişe ediyordum.[XIII]

 

Karabatak sayı 15 Temmuz – Ağusto 2014

 

[I] İslam Ansiklopedisi Cilt 40,  Sayfa: 156 Hazırlayan: Bayram Ali KAYA
[II] Yahya Bey ve Divanından Örnekler Sayfa; 16 Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları Mehmet ÇAVUŞOĞLU
[III] Dukagin-zade Taşlıcalı Yahya Bey’in eserlerinde Mevlana Celaleddin. İdris Güven KAYA. Turkish Studies İnternational Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 4/7 Fall 2009
[IV] Hüseyin Hüsameddin, Amasya Tarihi, C.III S.306. dan aktaran Şehzade Mustafa Mersiyesi S:47 Prof. Dr. Ahmet Atilla Şentürk Timaş Yayınları
[V] Alberi, Documenti di Storio Ottomana del secolo XVI, s.78’den naklen Şerafettin Turan, Kanunî’nin Oğlu Şehzade Bayezid Vak’ası, s.23
[VI] En hazin mersiyenin şairi: Taşlıcalı Yahya Bey. Dil ve Edebiyat Dergisi Sayı.31 Temmuz 2011 Prof. Dr. Ahmet Atilla Şentürk
[VII] Yahyâ Beğ’in Şehzade Mustafa Mersiyesi yahut Kanunî Hicviyesi S:51 Prof. Dr. Ahmet Atilla Şentürk Timaş Yayınları
[VIII] Bu bölümde alıntılanan mersiye ve Türkçe çevirileri Prof. Dr. Ahmet Atilla Şentürk’ün Yahyâ Beğ’in Şehzade Mustafa Mersiyesi yahut Kanunî Hicviyesi isimli eserinden alınmıştır. S.103-115 Timaş Yayınları
[IX] Yahyâ Beğ’in Şehzade Mustafa Mersiyesi yahut Kanunî Hicviyesi S:104 Prof. Dr. Ahmet Atilla Şentürk Timaş Yayınları
[X] Osmanlı Şiiri Antolojisi s.398 Yapı Kredi Yayınları. Prof. Dr. Ahmet Atilla Şentürk
[XI] Dukagin-zade Taşlıcalı Yahya Bey’in eserlerinde Mevlana Celaleddin. İdris Güven KAYA. Turkish Studies İnternational Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 4/7 Fall 2009
[XII] Yahyâ Beğ’in Şehzade Mustafa Mersiyesi yahut Kanunî Hicviyesi S:97 Prof. Dr. Ahmet Atilla Şentürk Timaş Yayınları
[XIII] Yahyâ Beğ’in Şehzade Mustafa Mersiyesi yahut Kanunî Hicviyesi S:97 Prof. Dr. Ahmet Atilla Şentürk Timaş Yayınları

  • Ekim 15, 2014