Denizler Altında 20000 Fersah

Share

 Modern psikoloji günlük yaşantımızda sürekli olarak yaptığımız hareketlerin düşüncelerimizi tekdüzeleştirdiğini öne sürmekte. Bunun önüne geçebilmek için işe hergün gittiğiniz yoldan değil de, arasıra farklı yollardan gitmemizi ya da hergün gittiğimiz restorana değil de farklı restoranlara gitmemizi öneriyor. Bende bu tavsiyeye uyarak bu her zaman karada değil de denizde gezmeyi denemek istedim. Bunun için yapmanız gereken bir kaç şey var. Öncelikle iyi bir dalış kulübü seçmeniz gerekiyor. Daha sonra derslere katılıp dikkatlice dinlemeniz lazım. Çünkü herhangi bir şeyi atlarsanız çok ciddi sonuçlar doğurur. 

Eğitimlerinizi tamamlayıp elbiselerinizi giydiğinizde tahmininizden daha fazla heyecanlanıyorsunuz. Çünkü gittiğiniz yer alıştığınız, bildiğiniz, güvendiğiniz yaşam koşullarını barındırmıyor. Örneğin hava yok. Havayı bir hortumun ucundan düzenli olarak almak durumundasınız. Sonra basınç faktörü var tabi. Karada 1 atmosfer olan basınç derinlere indikce artıyor. Bu durumlar için yapmanız gerekenleri mutlaka bilmelisiniz. Bir diğer farklılık konuşamıyor olmanız. Ağzınızda bulunan regülatörle konuşmanız imkansız. Onu çıkarıp bağırsanız bile suda sesin iletilmesi karada olduğu gibi değil. Bu durumda anlaşmak için çok sınırlı olan işaretleri kullanmanız gerekiyor. tabi suda görüş açısıda farklı. Gördüğünüz nesneler yakın ve büyük olarak algılanmakta. Dolayısıyla yanınızda yüzen dalgıca dokunmak istediğinizde her zaman başarılı olamıyorsunuz.

 Bu kadar zorluğu katlandıktan sonra ne mi oluyor? Hepimiz çocukluğumuzda (bazıları büyüdüklerin de bile) Jules Verne’nin Denizlar altında 20000 fersah romanını okumuştur. En azından filmi, çizgi romanını yada çizgi filmini görmüştür. Orada anlatılan dev ahtapotlar, denizde bulunan envai çeşit canlılar, tehlikeleri kadar merak uyandıran bir çok şeyi kendi algılarınızla yeniden değerlendirebiliyorsunuz. Elbette amerikayı yeniden keşfetmeye gerek yok. Göreceğiniz şeyler ya da yaşayacaklarınız belgesellerde gördüklerinizden çok daha farklı olmayacak. Hatta çoğunu göremeyeceksiniz. Önemli olan kendi algınızdan geçiyor olması değil mi?

 Balıklara ve hatta ıstakozlara ellerinizle yem verebiliyor olacaksınız. Yengeçleri kavga ederken seyredebileceksiniz. Daha önce görmediğiniz deniz canlılarını (örn. Deniz hıyarı) kendi gözlerinizle görebileceksiniz. Renkli deniz kabukları da toplayabileceksiniz. Tüm bunların yanısıra derin bir sessizliğin içinde yalnızca kendi soluk alışlarınızı ve verdiğiniz solukların oluşturduğu hava kabarcıklarını duyarak yüzebileceksiniz. Benim en çok hoşuma gidense ayda yürüyüş yapan astornotların zıplayışları gibi deniz dibinde zıplayabilirsiniz.

 Jules Verne romanını yazdığında elbette dalgıçlık bildiğimiz anlamda değildi. Hatta denizaltı icat edilmemişti. Romanında hayal ettiği Nautilius hem korkutan hem heyecanlandıran bir denizaltıdır. Julev Verne bizzat dalış yapmış mıdır bilemiyorum. Ancak deniz dibinde gördükleriniz kesinlikle tehlikeli bir dünya gibi görünmekte. Tabii bu dünyanın kurallarına uyduğunuz sürece bir risk taşımamakta.

 Tüm bunlar algılarınızı değiştirmeye yetmez mi?

  • Eylül 25, 2010